Analar tahtını yapıyor, peki ya bahtını?

Çekirdekler hazır mı?

Değilse hazırlansın, mevzu derin, herkes toplansın!

“Üzerinde güneş batmayan ülke” de neler oluyor? Yani bir de batsaymış güneş arada, neler olurmuş meğer, şimdi anlaşılıyor!

Yahu İngiliz kraliyeti karışmış gene! Bunları da hiç boş bırakmaya gelmiyor. Gözümüzü azıcık ayırsak, Gazze’ye- İsrail’e çevirsek, birazcık Rusya-Ukrayna ile ilgilensek hemen dağılıyorlar! Bunlara dışarıdan-mışarıdan düşmana gerek yok, iç kavgaları bunlara yetiyor, aile meseleleriyle başa çıkamıyorlar!

Diana öldü- müslüman kardeş gelme riski bitti, Charles, Camilla ile nihayet evlendi, Harry, tası tarağı toplayıp karısını da alıp memleketi terk etti, hiç ölmeyecek sandığımız Elizabeth de öldü gitti, bunların derdi bir türlü bitmedi! Şu dünya bunlar kadar lanetli aile valla da görmedi billa da görmedi!

İngiltere Kralı Charles’ın prostat kanseri olduğunun açıklanmasıyla kraliyet ailesine çevrilen gözler, Prens Willam’ın eşi Kate Middleton’un detayı açıklanmayan bir karın ameliyatı olacağının açıklanmasıyla, faltaşı gibi açıldı! Kate’in ameliyatının kanserle ilgisi olmadığı belirtilirken 2 hafta gibi uzun bir süre hastanede kalma sebebi de kamuoyunda merak uyandırdı!

Ameliyatın üzerinden 2 ay gibi bir süre geçmesine rağmen Kate’in hala ortada olmaması, önemliler dahil kraliyet görevlerine katılmaması, kendisinden hiçbir haber alınamaması, birçok ihtimali de akla getirdi!

Bu konuya girmeyeyim dedim önce, aile meselesidir- mahremdir dedim ama süreç uzayınca madem, iki kelam da ben edeyim dedim;

Kate’in ortadan kaybolmasıyla ilgili en büyük iddia, hastalığının oldukça ciddi olduğu ve nekahet sürecinin de bu yüzden uzadığı! Genetik bir hastalıkla boğuşan prensesin, bunun açıklanmasını istemediği ve kendini her şeyden geri çektiği, ağızdan ağıza konuşulan bir konu! Diğer iddia ise, konuyu magazinsel boyuta taşıyor ve bizi can evimizden vuruyor. İddia, Prens William’ın Kate’i, uzun süredir Lady Rose Hanbury ile aldattığı, ilişkisini artık gizleme gereği duymadığı ve Kate’in artık bunu görmezden gelmeyi başaramadığı! Bu sebeple de resmi görevlerde yer almayı reddediyor ve boşanmak istiyormuş! Kraliyet ise Kate’ i bu kararından vazgeçirmek için uğraşıyormuş, bu ameliyat olayı da zaman kazanmak için kurgulanmış bir senaryoymuş!

O değil de İngiliz Kraliyet Ailesinde, prenseslerden daha meşhur birileri var ise onlar da; ‘Öteki Kadınlar’!

Prens Edward’ı tahttan eden Wallis Simpson, Prens Charles’ın hayatını bloke eden Camilla Parker, şimdi de Prens William’ı ayarttığı söylenen Rose Hanbury!

Lady Rose Hanbury, eski bir manken! Kendinden 24 yaş büyük, 7. Cholmondeley Markisi David Cholmondeley ile evli ve 3 çocuk annesi! Hanbury, hem Wiliam hem de Kate ile yakın arkadaşmış hatta onnların düğünlerine bile katılmış! Hanbury ve prensin yasak ilişkisinin, Kate’in 3. çocukları Louis’e hamileyken başladığı öne sürülüyor. Hatta Lady Rose Hanbury’nin 3. Çocuğu Iris’in, William’dan olduğu dahi söyleniyor!

Bu iddia doğruysa eğer, Diana’nın kaderini Kate’in de yaşamasına mı üzüleyim, Prens William’ın annesine babasının yaşattığını, kendisinin de eşine yaşatmasına mı sinirleneyim bilemedim!

Analar tahtını yapıyormuş da bahtını yapamıyormuş işte, yalan deyin de göreyim! 

…………………………………………..*…………………………………….

 

Bir Kaybediş Öyküsü

Bir prensesin kayboluşundan başladık madem, bir kraliçenin yok oluşuyla devam edelim!

Bu kraliçenin tacı yok yalnız yani resmi ünvanı ya da bir kraliyeti! Onun kraliyeti seyircileri, kraliçe diyenler de sevenleri!

Yeşilçam’ın ilk kadın yıldızı, ilk kadın yapımcısı, senaristi, yönetmeni ‘Cahide Sonku’ ve onun zirveden bulaşıkçılığa uzanan hazin hikayesi;

1919’da Yemen’de doğan bir paşa torunuydu Cahide! ‘Çok çalışan, savaşan’ anlamına gelen isminin hakkını verdi yaşadığı sürece! Yüksek topuklu pabucundan şampanyalar içilen, Taksim’de inşa edilen apartmanının temeline pırlantalar serpilen bir kadındı o, yeri dolmayacaktı, yıllar sonra bile!

 Yerli “Marlen Dietrich”imizdi Sonku, gizemli, soğuk, güzel ve sarışın!

Genç bir balerinken keşfedildi Cahide, Türk tiyatrosunun ünlü yönetmeni Muhsin Ertuğrul tarafından hem de! Güzelliği oyunculuk yeteneği ile herkesi kendine hayran bıraktı her oyununda her filminde! Şehir Tiyatrolarında, “Yedi Köyün Zeynebi” ile başladığı oyunculuğu, Muhsin Ertuğrul’un yönettiği “Söz Bir Allah Bir” filmiyle sinemada devam eder. 1937’de, Türk Sinema Tarihine “İlk köy filmi” olarak geçen “Bataklı Damın Kızı Aysel” filmiyle Türk sinemasının ilk “star” oyuncusu unvanını alır. Yapım şirketi ‘Sonku Film’i kuran Cahide Sonku eşi Talat Artemel ve Sami Ayanoğlu ile birlikte “Vatan ve Namık Kemal” filmini yönetir, aynı zamanda rol alır. Film, o yıl “En İyi Film”, Sonku da “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü kazanır.  Zeki Müren ile oynadığı, “Beklenen Şarkı” filmi, sona giden yolun ilk adımıdır. Kurduğu film şirketinin Film Şirketi’nin kundaklanması sonucu tüm filmleri yanan ve servetini yitiren Sonku, alkole sığınır.  Öyle ki içki almak için para bulamadığında boş şişeleri satmaya çalışır. Keşfettiği ve bir cevherden mücevhere dönüştürdüğü yıldızın hali Muhsin Ertuğrul’un canını çok acıtır. Sonku’ya Şehir Tiyatrolarında iş verse de, talihsiz kadın içkinin etkisinde olduğundan sahneye çıkamamaktadır. Alkol batağından kurtulamayan Sonku, Beyoğlu’ndaki lokantalarda bulaşıkçılık yaparak yaşayamaya çalışır. Uğruna milyonlar harcanan, ayakkabısında içki içmek için yarışılan Cahide, ispirto içerek ve tahta bir kerevetin üzerinde ölmek için uğraşır. 1981 yılında Alkazar sinemasında fenalaşır ve gözlerini kaparken dünyaya, çok sevdiği sinemayla da orada vedalaşır.

Cahide Sonku’nun yaşamı; hırslarından dolayı vazgeçiş, seçimlerinden dolayı da bir kaybediş öyküsüdür!

Ondan sonra gelecek oyunculara da ibret-i alem olmuştur, ‘Cahide Sonku’ gibi ölmek deyimi, bundan ötürüdür. Fırtınalı yaşamı, dalgalı hayatı ve sefalet içinde vefatıyla Türk sineması, sağlam sarsılır. Zengin, güçlü ve güzel olmanın geçici olduğu onunla belleklere kazınır. Birçok ilk’i yaşadığı ve de yaşattığı şu  hayata giderken kattığı da,  “Musluk akarken kovayı doldurmak” anlayışıdır. Tiyatro ve sinema oyuncuları, tiyatro ve sinema dışında işler yapmanın yollarını da bu nedenle aramaktadır.

Yine bir ilk, Yeşilçam’ın şöhrete kurban verdiği ilk isim de olan Cahide Sonku, bundan 33 yıl önce soğuk bir mart sabahı, bu dünyadan ayrıldı!

Işıklarda yaşadın! Işıklarda uyu Cahide Sonku!

…………………………………*…………………………………………

Kalem Lekeleri 

Geçtiğimiz hafta Türk Sineması’nın çok önemli bir ismini, değerli yapımcı aynı zamanda usta yazar Arif Keskiner’i kaybettik! Hala severek izlediğimiz birçok kült filmi sinemaya kazandıran, sayısız oyuncuya el uzatan, şiire- sanata- edebiyata sahip çıkan Keskiner, benim de hem kalbime hem kalemime dokundu!

Yazmaya ilk başladığım zamanlardı! Yazıyorum da iyi mi yapıyorum- doğru mu yazıyorum, kafam karışıktı. İlk yazdığım yazılardan birini gönderdim ona, söz vermişti, okuyacak- dürüstçe yorumlayacaktı!

Gönderdim ve heyecanla bekledim cevabını! Geldi sonunda, şöyle yazmıştı;

Cansen Kardeş, ne bu yahu?  Görüşmeyeli ne olmuş sana böyle? Alıp başını gitmişsin. Usta bir yazar olup çıkmışsın. Gelelim yazılara. Tek kelimeyle mükemmel ötesi. Çok şaşırdım. Çok sevdim. Bu yüzden de defalarca okudum. Örneğin “Kalem Lekeleri” müthiş bir yaratıcı zeka ürünü. Aslında bütün yazılarda  zeka ve yaratıcılık ön planda. İmla işaretlerinden yola çıkarak onlara hayat vermek ve onlara felsefi bir boyut kazandırmak her babayiğitin  harcı olmasa gerek. Sonuçta; keyifle okunan ve akılda  hoş bir lezzet bırakan güzel bir yazı olmuş. İnsana, tekrar tekrar okuma duygusu veriyor. Klasik yazılar gibi sıradan yazılar değil. Tam tersi taze, içten, yaratıcı ve yeni bir üslup. Kutlarım. Gerisi beni aşar.” 

Ne heyecanlanmıştım ondan gelen bu maili okurken, onun beğenmesi yolunda başındaki bir yazar için o kadar kıymetliydi ki! İşte onun aziz hatırası hürmetine, bu yazıyı paylaşıyorum sizinle;                          

Herkes bir yazar, kendi hayatını kaleme alan!

Hayat ise bir kompozisyon; Giriş- gelişme- sonuçtan yani doğum-yaşam ve de ölümden ibaret olan ve noktalama işaretleriyle bize kendini anlatan! Misal nokta deyip de geçmemek lazım; Bazen kötü bir şeylerin bitmesini sağlar nokta, bazen de biten kötü şeylerden sonra yeni bir şeylerin başlamasını! Hem ‘Benimle olur musun’ ile ‘Benimle ölür müsün’ arasındaki farkı doğuran da değil midir nokta?

Bir sonraki cümleye ortam hazırlar ve işini iyi yaparsa bu bir paragraf da olabilir kompozisyonun tamamı da! Bir kalem lekesinden ibaretmiş gibi görünse de, biten sevgilerin, yürümeyen ilişkilerin ardından bir kez dokunmak yeterlidir noktaya! Ve her noktayla, cümle hazırdır yeniden başlamaya!

Tek nokta ( . ) bitişleri gösterir, üç nokta (…) ise henüz bitmemişliği!

Söylenecek çok söz varsa ama kelimeler yetersiz kalıyorsa ya da söyleyecek sözünüz yoksa ve bırakmışsanız kendinizi sessizliğin tercümanlığına, üç nokta(…) yetişir imdada!

Hayat, sonu bilinmeyen cümlelerin sonuna konan üç nokta gibi devam ediyor ama sonu tam olarak bilinmiyor. Kompozisyonun ana karakteri, esas kahramanıyız, oysa hikayenin başı var, sonu ise sonsuz. İşte o sırada virgül ile geliriz göz göze. Virgül kollarını açmış bizi bekler, virgül devamdır, hayatın devamıdır. Son vermeden önce bir daha düşünmektir. Sızlanan bir kelimenin refakatinde soluk aldığın yerdir, pekiştirendir. Virgül, ‘bu masada sana her zaman yer var’ diyendir.

Taşıması en zor işarettir soru işareti;

Nereye koyacağınız, nereye kadar götüreceğinizi bilemezsiniz. İlişkilerin sonuna gelmişse, ilişkinin artık bittiğine delalettir çünkü soru işareti, çengelli nokta demektir. Eğri büğrüdür, seksi kıvrımıyla gizemlidir. Cevap, çok da önemli değildir, soruyu sorar, kenara çekilir. Kafanızda sürekli oluşmaya başladığında, rahatsızlıkların en büyüğünü veren işarettir. Tepesindeki kancayı yüreğinize geçirir ve sizi istediği yöne ittirir. O sebeple, bu işaret yüzünden acı çekmek yerine yapılması gereken en mantıklı iş, kancanın tam altında önemsiz gibi duran ama ‘ben buradayım beni unutma’ dercesine yırtınan nokta (.) işaretine yönelmektir.

Bir parantez açabiliyorsanız hayata, kapatması cümledeki kolay değildir, inanın buna. Açarlar bir parantez, doğum tarihini yazarlar evvela. Sonra kısa bir çizgi koyup ölüm tarihini koyarlar ardı sıra. Ve kapatırlar parantezi usulca. İşte hayat, bir nefes kadar uzun zamanda, iki parantez arasına sığdırılmış yaşamdır aslında.

 Yeryüzünde pek az insan ‘iki nokta üst üste’yi işe yarar görür. Çünkü ‘iki nokta üst üste’yi kullanmak için ara sıra durup düşünmek gerekir. Sözlerin sebebini, davranışların gerekçesini açıklamak gerekebilir.

 Bir an düşündüm de, bol tırnak ( ‘’ ) toplamak gerek hayatta. Hayır tabi ki, başkalarından alıntı yaparak yaşamak değil amaç. Bizden önce söylenmiş tüm güzel sözleri, sevdiğimize söylemek için o yalnızca bir araç.

Keşke noktalama işaretleri kadar insaflı olsaydı, parantez içlerine sığdırmaya çalıştığımız hayat. Her noktanın ardından cümleleri kolayca kurabilseydik yeniden, yaşamı virgüller ile uzatabilseydik keşke. Sevinç ünlemleri olsaydı her günümüzün sonunda, tırnak içine alınmış hayatlarımız olsaydı. Ve üç nokta koyabilseydik tüm sevgilerin önüne, onları sonsuz kılabilseydik!

Bir kompozisyonsa hayat, siz hayatın hangi noktalama işareti olurdunuz acaba; Kesme işareti olup birilerine bağımlı olarak mı yaşardınız, denden koyup yaptıklarınızın altına, rutine mi bağlardınız? Parantezler arasına sıkıştırılmış aşkları, satır aralarına sakladığınız hayatta mı yaşardınız?

Sizi bilmem ama virgüller de var çokça, noktalar da benim paragraflarımda. Ama en çok iki işaret var ki, bayılıyorum onları yan yana kullanmaya;

Hayatı çok da ciddiye almamak lazım, kimse sağ çıkmıyor nasılsa. O yüzden;

Getirin’ iki nokta üstüste’ ile parantezi yan yana, gülümseyin hayata 🙂 

………………………………….*……………………………….

HAFTANIN EN’LERİ

Haftanın Uhreviyatı: Osmanlı- pardon Oscar’lı tokadıyla ünlü Will Smith’den geldi! 55 yaşındaki ünlü oyuncu, Müslümanların kutsal kitabı olan Kur’an-ı Kerim’i baştan sona okuduğunu söyledi! Kuran-ı Kerim’in kristal berraklığında bir eser olduğunu ve yanlış anlamalarla uzaklaşmanın çok zor olduğunu de ekleyen Smith, kutsal kitabın yalınlığından ve sadeliğinden çok etkilendiğini de belirtti! Cat Stevens’ın Yusuf islam olmasından sonra şimdi gözler Will Smith de! Bence gayet güzel olabilir de!

Haftanın Cezası: Sinirlerimizi rahatlattı! Reklam Kurulu, tüketicileri aldatıcı, yanıltıcı, tecrübe ve bilgi eksikliklerini istismar edici reklamlar ile haksız ticari uygulamalar nedeniyle reklam ve ticari uygulamalar hakkında durdurma ve düzeltme cezaları ile birlikte toplam 17 milyon 37 bin 891 lira idari para cezası uyguladı! Cezalarının çoğunluğunu, elektronik ticarette üyelik uygulamaları, hedefli reklamcılık ve tüketicilerin kişisel verilerinin rızaları olmaksızın alınmasına yönelik internet siteleri aldı! Tüketicilerin mağdur edilmelerinin önlenmesi, edilenlerin de zararlarının giderilmesi açısından önemli bir olay!
Kamu spotu; Cezalar artsın! Tüketiciler kandırılmasın!

Haftanın Gelişmesi: Yine dahi- deli çocuğumuzdan geldi! Elon Musk, beyin çipi yerleştirdikleri kişinin düşünce yoluyla satranç oynadığı görüntüleri, canlı yayında dünyaya izlettirdi! Musk, bundan 2 ay önce, ilk kez bir kişiye Neuralink tarafından üretilen çip takıldığını aktarmıştı. O kişi de 8 yıl önce kaza geçirdikten sonra elleri ve ayakları felç kalan Noland Arbaugh’dı! Arbaugh, takılan çiple düşünce yoluyla dizüstü bilgisayarının imlecini hareket ettirebiliyor ve satranç oynayabiliyor!
Aşılar- Çipler; Kafamda deli sorular!

Haftanın Paniği: ‘Vay be’ dedirtti! Eski ABD Başkanı Trump’ın, emlak sektöründe dolandırıcılık suçlamasıyla yargılandığı davasının temyizi için 454 milyon dolarlık teminatı bulamamasının ardından panik haline geçtiği belirtildi! Sen emlak sektörünün kralı ol, Amerika’nın en zengin işadamı ol, dahası dünyanın en güçlü devletinin başkanı ol- para bulama! Çok üzüldüm ya kıyamam- bu seneki zekatı- fitreyi birleşip de ona mı versek! Bu ‘para bulamıyor’ yalanını, ekmek arası mı – sade mi yesek!

Haftanın Davası: Dünyanın en ünlü şarkıcısının oğlu ile oğlanın babaannesi arasındaki miras davası! Michael Jackson’ın oğlu Blanket Jackson, miras olarak kalan emlak gelirlerini kullanmaması için babaannesine dava açtı! Jackson’un ölümünden 15 yıl sonra açılan davada, 22 yaşındaki Bigi Jackson, babaannesi Katherine Jackson’ın miras olarak kalan emlak parasını kullanmasını engellemeye çalışıyor!

Yahu 15 sene geçmiş, adamın sızlayacak kemiği kalmamış hala neyin kavgası neyin mirası! Dünya kadar malı paylaş paylaş bitiremediniz, yazık- bu neyin kafası neyin vicdanı!                                                                                                                                        

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir